Sunday, June 8, 2008

Yorumsuz..

Bağlanmayacaksın

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...

CAN YÜCEL

Thursday, April 17, 2008

Tüketimle Tükenenler

Son dönem modern insanın hayatını ne kadarda güzel özetliyor bu ifade.
Modernitenin en büyük taşıyıcısı artık tüketim, yada büyük ölçüde bu şekilde algılanıyor.
İnsanlar tükettikleri ölçüde modern ve çağdaş olabiliriyorlar. Son trend giysiler, son model araçlar ve son teknoloji ürünü cihazlar.
İnsanlığın daha iyi standartlarda yaşaması için araç olan bu ürünler, artık amaç haline gelmiş durumda.
Bunun en somut örneği cep telefonu çılgınlığı. Hiç bir anlamı olmadığı halde ve bir çok fonksiyonu dahi kullanılmayacak, teknoloji harikasi cep telefonları alınıyor. Bu teknoloji harikası ürünler, daha aradan bir kaç ay geçtikten sonra harikalığını yitirip, sıradanlaşıyor. Bu kez çok daha gelişmiş, yeni ürünler piyasaya sürülüyor. Ve eski telefonlar yerlerini daha gelismis, yeni nesil telefonlara bırakıyor. Bu paradoksal döngü hayatboyu devam edip gidiyor.

Arz ve talep dengesine göre kurulu piyasalar, artık hayatimiza derin bir sekilde nüfuz etmis durumda. Talep sonucu, arzın gayet tabii olması ne kadarda masum gözüküyor değil mi?
Peki talep eden yığınlar, ne kadar bilincinde işin? Mesela Reklamcıların "Talep yaratma" diye bir ifadesi var. Özetle "insanlarin isteme arzularını pekiştirecek tanıtımlar" olan bu ifade, artık neyi isteyeceğimize de karar veriyor. Bizim yerimize isteyen, bizim yerimize düşünen ve neyin ihtiyacımız olup neyin olmadığını belirleyen, modern mekanizmalar var artık. Bize düşen sadece, bizim yerimize istenileni yapmak oluyor.

Bu tüketim çılgınlığının alabildigine hızlı cerayen etmesi, bir akıl tutulması oluşturmuş durumda. Artık modern insan, neyin ihtiyacı olduğunu ve neyin ihtiyacı olmadığını belirleyemez durumda. Bunun somut örnekleri, hergün yaşanıyor aslında. Yeni açılan bir mağzanın ilk gününde indirime gitmesi, bir önceki akşamdan mağzanın önünde kuyruk olmasına yetiyor, mesela. Mağza açıldığında içeriye saldırmak, rastladığın ilk üründen alabildiğince almak, gayet tabîi. Mağzaya girerken, ezilenlere dönüp bakılmaması ve doğrudan hedefe kilitlenilmesi, plazma ekran tv'lere yada dizüstü bilgisayarlara hucüm edilmesi, araç ve amacın nasıl yer değiştirdiğini, fazlasıyla göstermiyormu!
Hiçbir ahlakî kaygı gösterilmeden yapılan reklamlarda, "hedefe giden her yol meşru" telkini yapılıyor. Ve hedefe kilitlenen kitleler, her yolu mübah sayarak amaçlarına ulaşıyorlar. Amerika'da bir mağza açılışında 8 saate yakın sıra bekleyen, orta yaşlardaki bir kadının, sırasını kaybetmemek uğruna tuvalet ihtiyacını, bulunduğu yerde gidermesi, ne kadar ibretlik bir manzara, değilmi!

Daha fazla tüketerek, daha neleri tükettik acaba!
Tüketerek, insanlığımızıda tüketiyoruz, farkında olmadan.

Tuesday, March 4, 2008

Kuantum Teorisi üzerine değişik bir mülahaza

Ünlü kuramcı Bohr, "Kuantum teorisiyle şok olmayan kimse, onu anlamamıştır" der. Gerçekten de matematiksel olarak açık bir şekilde ifade edilmesine karşın bu teorinin felsefi alanda hala çözümlenememiş pek çok problemi mevcut.

Kaynaklar böyle söylesede, ismini bir şekilde duyduğumuz yada duyamadığımız bu teorinin, sosyal hayata ciddi bir etkisi olmuş. Örneğin bugün tıpdan, eğlenceye dünyasına kadar birçok alanda kullanılan 'laser' bu teorinin varlığıyla bulunabilmiş. Yine Elektroniğin temeli sayılan transistor icadınada, bu teori ışık tutmuş. Bugünkü pc lerimizin, işlemcilerinin ve geçici belleklerinin transistorden ibaret olduğu, anakart ve ekran kartı gibi baskı devrelerinde birçok yerinde, transistor olduğu düşünülürse, transistorun hayatımızda ne kadar önemli bir yeri olduğu yadsınamaz bir gerçek.

Daha bunun gibi birçok önemli keşife yol açmış bu teorinin, en büyük düşünsel değişikliği ise, klasik fiziği tamamen etkisiz bırakması. 'Klasik fizik ile incelenen her sistem ya da olay birbirinden bağımsız olarak düşünülür; bu sistemi oluşturan ve birbiri İle iletişim olanağı bulunmayan varlıklar bütünüyle ayrı olarak ele alınır. Klasik olarak incelenen olay, gözlemci ve kullanılan deney aleti ile değişiklik göstermez. Kuantumda ise; gözlemci, gözlenen ve gözlem aleti birbiriyle bir bütünlük oluşturur. Bunlar birbirlerinden ayrı düşünülemez.'

Daha fazla ayrıntıya girip, iyice bulandırmadan, Kuantum teorisinin altını çizdiği, gözlem, gözlemci ve çevrenin birbirinden ayrı düşünülemeyeceği savı, hayli ilginç. Hayatımız bir bütün. Çevreyle, kendimizle ve bu ikisi arasında iletişimi kurduğumuz, uzuvlarla birlikte. Gözlemi yapanın, gözlemden bağımsız olmadığı, 'nasıl bakarsan, öyle görürsün' deyimini doğrular nitelikte. Tam bu anlama gelmese bile, gözlemi yapanın ciddi bir etkisi olduğu kesin. Yani 'güzel bakanın güzel görmesi' Kuantumun ifadeleriylede literatüre, geçmiş mi oluyor ne.:)

Wednesday, January 23, 2008

Diyarbakırın Geleceği, Diyarbakırlı Çocuklar!

Yaklaşık Üç hafta önce Diyarbakıra
günübirlik bir ziyaretimiz oldu. Hain bir bombalı
saldırı sonucu vefat eden çocukların ailelerine, taziye ziyaretiydi bu. Batıdan gelen kardeşleri olarak, 'biz sizinleyiz' demenin anlamıydı.
Taziye evine girip, 'başınız sağolsun' dediğimizde, bize hoşgeldiniz diyen, merhumun yakınlarının davranışları, doğu insanın ne kadar candan olduğunu ispatıydı aynı zamanda. Hele bir amcanın, elimi sıkarken söylediği sözler, eritmişti beni. O kadar samimiydiki, iyiki gelmişim demeden edemedim.

Araya fitne sokarak, kardeşi kardeşe düşürenlerin, yıllarca ekmeğine yağ sürmüş, bizim doğuya olan uzaklığımız. Fakirlik ve yoksulluğa dair bütün argümanlar, aleyhte yada örgüt propagandasında kullanılmış. Gencecik yoksul çocuklar türlü vaadlerle kandırılarak dağa çıkartılmış. Sahip çıkılmayınca, eşkiya tarafından, devletine kurşun sıkan birer teröriste çevrilmiş. Duyguları körelmiş. Acıma hisleri yok edilip, canavarlaştırılmış.
Bütün bu yaşananlar içimizi burksa da, artık güzel şeyler oluyor Diyarbakır'da. Artık Devletiyle-Milletiyle vatandaşına sahip çıkma bilinci oluştu, çok şükür. Devletin erişemediği yerlerde de duyarlı vatandaşlarımız devreye girerek, bu yaraya pansuman, yapmaya çalışıyorlar.
Fotoğrafta görülen manzara, Diyarbakır'lı fakir çocukların, gönüllü vatandaşlarımızca açtığı dersliklerin birinden. Yarı utangaç tavırlarıyla, sınıflarına girdiğimizde bizleri gülücüklerle karşılayan Diyarbakır'lı çocuklarımız. Çok da zekiler üstelik. Bu ışıldayan gözler yarın inşaAllah Diyarbakır'ın çehresini değiştirecekler. Çok daha farklı olacak Diyarbakır onlarla.
Diyarbakırdan ayrılırken, kafile olarak hepimizinde gözleri gülüyordu ve niyetlerimizi bu fitnenin daha fazla sürmemesi için dualarla tazeliyorduk.
Ateş düştüğü yeri yakmıyor, ateş nereye düşerse mü'mini yakıyor.
Üzerimize düşeni idrak etme ve bu idrakle gerekeni ifa etme dileğiyle..

Thursday, October 25, 2007

İstanbul'a dair, bir Şiir !!!

İstanbul, yitik şehir

Adına ne ağıtlar yakıldı.
Ne şiirler yazıldı sevdandan,
Ne aşklar yaşandı yüreğinde,
Maşuğun biride sendin.

Seni aradı her daim gözler.
Senden nefes alamak için soluklandı,
Yudum yudum vuslata erdi,
Hasretinden çatlayacak, gönüller.

Oysa sen gideli çok oldu.
Şimdi biz, hayalinle avunuyoruz.
Maziden kalan üç-beş emaren,
Kâfi geldi, paslanmış hislerimize.

Nerdesin! Ey Kıymetli.
Gelde, yine aşkın şehri ol.
Gelde, sil gönüllerin pasını.
Ruhunu kaybetmiş bedenlerimiz,
Senle birlikte, yine aslına ersin.

Gel! Gel, övgüyle gel.
Övülmüşlüğün kutsiliğiyle,
yeniden onurlandır bizi.
Şahlansın Yiğitler.
Yeniden sevdalansın Fatihler.
Ve sen, yine cilvelen.

Maşuklar sende bulsun fena.
Tamamına erdir aşkları,
Adına yakışır ihtişamınla.

Sen, hala sevdamızsın...

Wednesday, September 5, 2007

-di li Zamanda. Ama Geçmemiş...

26 Ekim 2003 Pazar.
Ramazan a çeyrek kala. şimdiden ramazan ın ve akabinde bayramın mübarek olsun.
Ve Allahın selamıda üzerine olsun.

İnsalığın iftiharı ve kâinatın özü, sebebi Efendimiz(s.a.v.) insan oğlunun ulaşabileceği, hak olan her cephede son noktaya kadar gitmiş, en yüksek dereceler kendisinde zuhur etmiş ve ilahi ahlak onda öyle tecelli etmiş ki, mele-i alâ nın sakinleri bile, onun çıktığı noktalara ulaşamamış. Yaratılmış olarak, merhamet onda son noktasını yaşamış, şevkât yine onda görebileceği en uç noktayı görmüş ve aşk.
Aşk onda öyle tecelli etmiş ki, adeta bütün evreni sarmış, ona dokunmakla yada onu görmekle şereflenen bir daha yanmaktan kendini alamamış. Yanmış, yanmış...
ve enaniyetten sıyrılarak kendini bilmenin ve ondan ötürü Rabbini bilmenin, o engin, sınırsız huzurunu yudumlamış.

ve şairin değimiyle; ağlayan bir öksüz çocuk olsunda, onun hıçkırıklarında o olmasın. Bir annenin yavrusundan uzak kaldığı uzun bir anda, yavrusuna olan o derin şefkat ve merhametinde o olmasın. Ve sevgili. Muhatabına beslediği o aziz ve derin sevgide yada maşukların enaniyetten sıyrılarak, surette batînın fevkaladeliklerine ermelerindeki o büyük aşkta o olmasın.. gösterilemez bu.

Onu görmekle şereflenen bile, böyle büyük bir aşka kapılıp, şerefli mahluk olmanın huzurunu yudumlarken, kimbilir ondaki aşkın boyutları neydi. Hangi yürek kaldıbilirdi onu, yada hangi yaratılmış bu mertebeye ermenin o ağır sorumluluğunu taşıyabilirdi...

Thursday, April 5, 2007

"Vakti zamanında bir mübtela'nın meftun oduğu Muhatabına, yazdığı nağmeden alıntı.."

......
...

Herşey, herşey bir şekilde hallolurda ya elinde olmayan, elinin kolunun bağlı olduğu durumlarda..

İçinde volkanlar patlıyorsa, 'yokmu bir çare!' diye inliyorsan ve biçareysen...
Kim, kim bulabilir ki çare. Tek merci, tek çare orası. Ve yönelirsin sahibine;
"Allah ne güzel dostdur, O herşeye yeter." fehvasına sarılırsın.
Sarılırsın da merhem olur yarana, sabretmeyi de öğrenirsin bununla.

Zira içindeki volkanları patlatan, vesileleri yaratan ve dahi ne hissediyorsan, ne kadar ulvi bir sevgiyse içindeki, onuda yaratan, yoktan var eden değilmidir.

Beyazıd-ı Bistami gibi damlada boğulmaktan, Mevlana gibi deryayı bulmaya yönelmek gelir aklına. Hoş! Sen, Beyazıd'ın binde biri bile değilsindir, yine de bunu düşünmek bile yeşertir ümitleri, hafifletir içindeki yangını.

...
..